Sanat | Konular | Kitaplar

Sanat Okulu

Sanat Okulu

EDEBİYATIMIZDA HİCİV

Cemiyette görülen aksaklıklar; çeşitli yollar, muhtelif vesileler ve edebî sanatlarla dile getirilip mâni olmaya ça-lışılmazsa, mazlumların sayısı artar, cemiyet nizamı bozulur. Mazlum, zulüm gören demektir. Dünya, zıtlar âlemi olduğundan zâlimle mazlum, elbetteki aynı cemiyet içinde yaşayacaktır.

Bu bakımdan şâir-hatip-edebiyatçı ve yazarlar dâima mazlumdan yana olacak, hakkın adaletin yerine getirilmesine çalışacaktır.

HAZRET-İ FÂTİH, ŞÂİRLER VE İLİM ERBÂBI

İlim ve tasavvuf erbâbının, şâirlerin ayrı bir yeri vardı Hazret-i Fâtih (k.s)'in yanında. Onları çok sever ve sayar, daima yanında görmek ister ve himâye ederdi. İşte bunlardan biri de Molla Abdurrahman Câmi (k.s.) hazretleridir.

1472 yılında hacca gittiğini öğrenince, dönüşte İstanbul'a uğraması için Hoca Atâullah Kirmânî hazretlerini beş bin altın hediye ile Halep'e göndermişti. Ne var ki Kirmânî (rh.) Halep'e ulaştığında, Molla Câmi hazretleri oradan ayrılmış olduğundan bu dâvet kendisine ulaştırılamamıştı.

DOKUMACI KUŞLAR

Afrika\'ya, Hindistan\'a, Avustralya\'ya ve civarın-daki adalara yayılmış olan bir grup kuşa «dokumacı kuşugiller» adı verilir.

Çünkü bu kuşlar, adlarından da anlaşılacağı gibi, gerçekten dokurlar ve bu sanat-larıyla kendilerine olağanüstü kusursuz yuvalar inşa ederler.

ESKİ (MEZ) YAZI

İslâm harfleri, yani medeniyetimizin yazısı sahipsiz kalmıştır. Latin harfleri bambaşka bir medeniyete ait olduğu halde, sanki bin senedir kullanılan yazı oymuş gibi kabul edilmiş görünüyor.

Kimse hatırlamıyor bile, milletimizin Kur'ân yazısı diye yücelttiği muhteşem ve mübârek yazımızı... Bir an unutmaması gerekenler bile, bir saniye dahi hatırından çıkarmaması lâzım gelenler bile, her zaman akılda tutması şart olanlar bile, derin bir kış uykusunun gafletiyle unutmuş ve hatta terketmiş görünüyorlar.

BEŞ ŞEHİR'DEN

...Cedlerimiz inşâ etmiyorlar, ibâdet ediyorlardı. Maddeye geçmesini ısrarla istedikleri bir ruh ve îmânları vardı. Taş, ellerinde canlanıyor, bir ruh parçası kesiliyordu. Duvar, kubbe, kemer, mihrap, çini, hepsi Yeşil'de duâ eder, Muradiye'de düşünür ve Yıldırım'da harekete hazır, göklerin derinliğine susamış bir kartal hamlesiyle ovanın üstünde bekler. Hepsinde tek bir ruh terennüm eder.

HAT SANATININ BÜYÜK ÜSTÂDI AHMED KARAHİSÂRÎ

Ahmed Karahisârî, Türk hat tarihinde üstadlar arasında sayılan meşhur hattattır. Osmanlı Devleti'nin en parlak devrinde (Sultan İkinci Bâyezid, Yavuz Sultan Selim ve Kânûnî Sultan Süleyman devri) yaşamış ve doksan yaşında 1555 târihinde vefât etmiştir.

Bu devir Türklerin İslâm harflerini kendi üslûp ve karakterlerine göre yazmaya çalıştıkları devirdir. Bir tarafta Sultan Bâyezid'in şehzâdeliği devrinde Amasya'da tanıdığı ve pâdişâh olduğu zaman bütün âilesiyle İstanbul'a getirttiği Şeyh Hamdullah, diğer tarafta Karahisârî Ahmed.

FETİHTEN SONRAKİ İSTANBUL

Çocuk yaşlarından başlayarak, fevkalâde bir tâlim ve terbiye sistemi ile her sahada iyi yetişmiş olan Fâtih Sultan Mehmed Han, "şehircilik" mevzuunda da derin bir bilgi ve kültür birikimine sahipti. Fethettiği İstanbul şehrinin îman için ilk ve âcil tedbirler olarak şunları yaptı:

1. Şehirde boş olan yerlere Anadolu'dan ve Rumeli'den gelen insanlar yerleştirildi.
2. ilim, bilgi, sanat ve tecrübe sâhibi olanlar, şehre getirtildi.
3. Ayasofya Külliyesi (Medresesi) kuruldu.
4. Zeyrek Külliyesi (Medresesi) kuruldu.

EBRU

Türk Güzel Sanatlarından bîr Çeşit kâğıt Bezeme, süsleme sanatı. Bir zamanlar ülkemizde çok yaygın olan bu sanat, günümüzde diğer klasik Türk sanatları gibi unutulmaya yüz tutmuştur.

Kitap sanatlarımız içerisinde (Hatt, tezhip, minyatür, cilt) seçkin bir yeri olan ebrû; Farsça «kaş» mânâsına geldiği gibi, «yüz suyu, namus, şeref» karşılığı terkiplerde de gösterilir. Çağatayca «bulut gibi» demektir ve buluta benzemektedir;